ÇAKIR’IN BACASI
Çocukluğumuzun Sarıkamış Kültür Merkezi gibiydi Çakır’ın Bacası. Rahmetli Çakır Çakır’ın fırının damıydı dediğim yer.
Çakır’ın Bacası’na uğramadan okula gitmezdik nerdeyse.Ve tatil günlerimizin yegâne oyun alanı. En çok da bilye ve ceviz ile oynardık. “Baş” dediğimiz oyunda bilye ya da cevizleri yan yana dizer; “Hangi baş?” diye sorardık. Artık hangi başa karar kılınmışsa, o başa doğru elimizdeki “eneke” dediğimiz bilye veya cevizleri fırlatırdık.İstenilen başı vurduysak, tamamını kazanırdık, yoksa da nereyi vurduysak ondan sonrakileri alırdık. Iska geçen kaybederdi zaten.
Bir de “para” oyunu vardı. Düz bir yere konulan parayı, yine elimizdeki başka bir parayla bir kerede çevirirsek op arayı kazanmış olurduk.Bu oyunların yanında bir de “mors” ve “kuyu” gibi oyunlar vardı.Mors, üçgen çizilen bir alanda, açıların köşelerine konulan bilyeleri vurma oyunuydu. Kuyu ise, golfa benzeyen bir oyundu. İşaret parmağıyla başparmağın arasına konularak fırlatılan bir bilyeyi kuyuya kim erken sokarsa onun kazandığı bir oyundu.
Bu oyunlarda başarılı olduğum söylenemez. Aslında kimsenin de pek başarılı olduğu yoktu.Sadece birkaç kişi dışında. Bizler kaybederdik hep. Ama Çağlar, Ato, Temir ve Oktay.(Çağlar Karabulut, Ataman Hazman, Timur Laçin, Oktay Yüksekdağ- soyadlarını yanlış hatırlamıyorsam). Hep bu arkadaşlar kazanırdı. Bizden kazandıkları paralarla kendilerine ayakkabı, pantolon bile aldıkları olurdu ve bunu da sağda solda şoşarta şoşarta anlatırlardı. Biz de soğuktan gagaç olmuş ellerimizle pis pis evin yolunu tutardık.
Kaybettiğimiz halde yine de koştura koştura giderdik her gün. Laf aramızda sanki bugünün Türkiyesi’nin bir resmi çiziliyordu Çakır’ın Bacası’nda o yıllarda. Yüzde 95’imiz kaybediyor, sadece yüzde 5’imiz kazanıyordu ama biz kaybettiğimiz halde yine de gitmek için can atıyorduk. Neyse!
Bu oyunların yanında para kaybetmeden oynadığımız oyunlar da vardı. Para kaybetmiyorduk çünkü zaten bu oyunlarda para sözkonusu değildi. Allahtan ki öyleydi! Şimdiki otogarın olduğu yerde kocaman bir top sahası vardı. Otlar biçildiği zaman herkes otlarını oraya yığardı. Biz de bu otlar arasında kovboyculuk oynardık. Kim kimi önce görürse onu vurmuş olurdu. Vurulan da, filmlerde gördüğü kadarıyla, en güzel şekilde ölmeye çalışırdı.
“Kutu”, “birdirbir”, “uzuneşek”, “çattı pattı “ da para kaybetme kaygısı olmaksızın oynadığımız oyunlardı.
Durmadan üç kuruşluk harçlıklarımızı kaybetsek de, hatta “çarım çurum yok!” dediğimiz halde bilyelerimizi, cevizlerimizi çorlayan cığızlar olsa da, çocukluk günlerimiz bir başkaydı Sarıkamış’ta.