BİR SARIKAMIŞ YOLCULUĞU

Coşkun Karabulut 21 Aralık 2014 Diğer Yazıları

SARIKAMIŞ’A GİDERKEN DÜŞÜNDÜKLERİM

 

Sarıkamış yolculuğum başlıyor. Salı 7-12 Kasım 2012 tarihlerinde Sarıkamış'ta olacağım. Doğduğum toprakları bir kez daha eğilip öpmenin heyecanı içindeyim. 


Dün gece düşünürken yine aklıma geldi. Ne kadar farklı bir yer SARIKAMIŞ.  Türkiye'nin her yöresinden 90 bin can şehit düşmüş Sarıkamış'ta yatarken, Sarıkamış'ta doğup büyüyenler Sarıkamış dışında Türkiye'nin her yerine dağılmış kaderin bir cilvesi gibi.


Sonra renkler tam bir ironi. Yazı YEMYEŞİL, kışı BEMBEYAZ, en soğuk olduğu ve en beyaza büründüğü mevsim KARAKIŞ ama adı SARIKAMIŞ! 

Ve öyle bir mekan ki tanıdıklar hep mezarda yatıyor  Anılarda kalmış tüm tanıdıklar.. Bir zaman şeridi geçiyor kafamın içinden ve anımsıyorum her birini adlarıyla, ünvanlarıyla, lakaplarıyla ve tavırlarıyla. Mekan değil sanki geçmiş bir zaman yani MIŞ'lı geçmiş bir zaman SARIKA-MIŞ!

 

Siz bu satırları okurken kısmet olursa ben Sarıkamış’ta olacağım. Uzun bir yolculuk olacak benim için. Dalaman’dan direk uçuş yok Kars’a. Önce otobüsle bu gece Ankara’ya gideceğim. Çarşamba  sabah 09.00 uçağıyla da Kars’a.  Dönüş ise 12 Kasım’da Kars-İstanbul- Dalaman yani aktarmalı bir uçuşla dönmüş olacağım.

 

Olsun! Heyecanlıyım Sarıkamış’ı yeniden göreceğim için. Koca bir tarih yatıyor orada. Biraz geç oldu ama Sarıkamış üzerine yazılı kitapları bu yıl okudum. 90 bin askerin tek kurşun atmadan aç sefil, üstsüz başsız nasıl şehit düştüklerini içim acıyarak okudum. Kulaktan dolma bilgilerim vardı ama bu kez belgelere dayanarak okumuştum. Enver Paşa gibi ihtirasları yüzünden gözü başka bir şey görmez birinin binlerce vatan evladını nasıl ölüme götürdüğünü ve bu felaketi kimse öğrenmesin diye de basına şimdiki adıyla medyaya sansür uygulayarak 100 yıl sakladığını ibretle okudum. İbretle okudum ve ibretle şunu da öğrendim ki ne zaman basına bir sansür ve baskı varsa mutlaka bir felaket vardır ve felaketin kimselere belli edilmemesi gayreti vardır. Ne yazık ki tarihten ders alınmıyor ve tarih her devirde yeniden tekerrür ediyor.

 

Dünya milletleri yaşam parçacıklarını keşfederek “ölümsüzlüğü yakalama” peşinde koşarken, bizimkiler yoksulluk içinde geçen  üç günlük ömrümüzü de çok görüp mezara göndermek istiyorlar kendileri birkaç gün daha yiyip içebilsinler diye. Yazık! Çok yazık!